İnsanlar nerede doğacağını, hangi toplumsal normlara göre davranacağını, hangi yasalara tabi olacağını, hangi uluslar arası anlaşmaların hayatını etkileyeceğini önceden bilemiyor, seçemiyor, müdahale edemiyor. Sizin için önceden düzenlenmiş birleşimlerin içinde dünyaya geliyor, öyle her istediğinizi yapamıyor, 400 kilometre ötedeki insanlarla aynı hayatı yaşayamıyorsunuz. İşte bu duygularla geçtik İpsala Sınır Kapısı’nı. Bu kapının ardını, Dedeağaç’ta gezilecek yerler önerilerimi anlatacağım size.
Araba İle Dedeağaç’a Nasıl Gidilir?
Daha önce arabamızla hiç yurt dışına çıkmamıştık. Bir uluslararası çipli ehliyet, bir adet yeşil sigorta gerekiyormuş. Bu sigorta yaklaşık 55 euro civarında. Araç sahibinin araçta bulunması ya da aracı kullanan çipli ehliyet sahibi sürücüye vekalet vermesi şartıyla arabanızla yurt dışına çıkabiliyorsunuz.
Tabi öncesinde 4 saatlik İstanbul – İpsala yolculuğu malumunuz. Yolun birden bitip, karşınıza sınır kapısı çıkması ayrı bir hüzün yaşatıyor. O kadardı ülke toprağınız, sonrası size ait, siz sonrasına ait değildiniz. Burada Zülfü Livaneli’den “Duvarlar”ı mırıldandım.
İpsala’ya ulaştığınızda 2 adet Türk kapısından geçiyorsunuz. Çok fazla uğraştıran prosedürler olduğunu söyleyemeyiz. Euro epey arttığı için buradaki duty free’ler çok yoğun değil.
Türk Kapısı’nı geçtikten sonra, korkuluk demirlerinin yarısı kırmızı-beyaz, yarısı mavi-beyaz boyanmış Meriç Nehri’ni geçip Yunanistan kapısına ulaşıyorsunuz.
Yunan polisi sizinle çok ilgilenmiyor, Türkçe “Ehliyet” diyor. Çok kısa süren işlemlerin ardından sizi şu tabela karşılıyor:
İşte Yunanistan topraklarındasınız. Bir Meriç nehri sizi ayırmaya yetiyor. Benim gibi Hellenic Kültür aşıkları için tarihi bir an bu. Daha önceki Yunanistan ziyaretlerimin tümü uçaklaydı; bu seyahatin özelliği, mütevazı aracımızla ilk kez evimizden bu kadar uzaklaşarak dünya üzerindeki en favori ülkemize geçiyorduk. Her bir anı değerlendirmemiz, hiçbir anı boşa harcamamamız gerekiyordu. Bunun için de gereken hazırlık önceden yapılmış, saat kaçta nerede olacağımız planlanmıştı tabi.
Yunanistan’da Araba İle Dolaşmak
Yunanistan otobanına girdiğinizde, hız sınırınız 130. Yollar oldukça düzgün. Trafik evrensel normlarda, araçlar mütevazı. Hava biraz sisliydi; ancak bu durum çok uzun sürmedi. Sağlı sollu ufak tefek Rum köylerinin arasından geçtik. Zamanımız az olduğu tüm köylere uğrayamadık.
Dedeağaç’ta Gezilecek Yerler
Alexandropouli, yani Dedeağaç, İpsala’ya yarım saat mesafede. Sınırı geçtikten sonra bambaşka bir dünya, bambaşka bir medeniyetin içerisindesiniz. Her ne kadar şehirde Türk popülasyonu fazla, yazıların bir kısmı Türkçe olsa da, şehrin tabi olduğu tayin edici mekanizma Türk olmadığından farkı ayrıntılarda anlayabiliyorsunuz.
Gezimizin ilk etabında önce arabamızı güvenli bir yere park ettik. Tabi ki ucuz da olmalıydı. Aslında sahilde uygun bir park alanı var; ancak sokaklarda da yer bulmak çok mümkün. Sabah erken yola çıktığımız için, öncelikle iyiden iyiye ayılmamız gerekiyordu. Şehrin en popüler lokasyonu Dimokratias – Demokrasi Caddesi üzerinde bulunan “Soho-Absolutely Fabolous” isimli mekana girdik. Sabah saat 10:30’da mekanın full olması nedeniyle yer bulmakta biraz zorlanmış olsak da, güzel bir masa bulabildik. Mekanın kalabalık olması mekanın hörmetinden ziyade, Yunan halkının zevk-ü sefaya düşkün olmasından kaynaklı. Müzik güzel, güzel bir barı ve kaldırım bistroları mevcut. Çılgınlar gibi frape içiliyor, ülkenin resmi içkisi buzlu espresso olmuş durumda. Tadı biraz sert olsa da şahsen sevdiğimi söyleyebilirim.
Dedeağaç’ta Nerede Konaklayabilirim?
Bizim bu seyahatten beklentimiz, yunan mezeleri, deniz ürünleri, bouzouki ve yanında içilebilecek içkiler olduğundan otel konusunda tek kriterimiz şehir içinde olması ve araba kullanmak zorunda kalmayacağımız bir lokasyonda bulunmasıydı. Dolayısıyla, sahilde bulunan büyük Deniz Fener’inden doğu yönüne gittiğinizde, ara sokaklardan birinde bulunan Dias Hotel’de rezervasyonumuzu yaptırdık. Otel sahipleri ve çalışanlar Türk. En üst katta bir odada kaldık, giderseniz sizin de üst kat talep etmenizi tavsiye ederim. Otelin bulunduğu bölgede otopark da sorun değil.
Dedeağaç’ta Nereden Hediyelik Eşya Satın Alabilirim?
Yunanistan’da Pazar günü hizmet sektörü dışındaki dükkanların kapalı olabileceğini tahmin ettik ve hediyelik eşya alışverişlerimizi cumartesi günü tamamladık. Bu konuda hemen merkezde, sahilde bulunan Georgiadis Accessories & Souvenirs isimli dükkanı tavsiye ederiz. Sahibi dünya sevimlisi bir insan. Şehirle ilgili bilgiler veriyor, ilgi üst düzey. Zaten çat pat Türkçe de konuşuyorlar.
Her gittiğimiz şehirden ufak bir yağlı boya tablo edinme alışkanlığımız burada da devam etti. Şehrin arka sokaklarında bulduğumuz güzel bir resim atölyesine girdik. Sahibi tek kelime İngilizce ve Türkçe bilmese de bir şekilde anlaşıp tabloyu aldık. Lisan bariyeri olmasına karşın ressam bize tablonun gerçek olmadığını, çünkü elinde şehirle ilgili gerçek bir yağlı boya olmadığını anlatmayı da ihmal etmedi.
Bu noktada bir parantez açmak istiyorum: Yunanistan’da insanlar, özellikle de esnaf sizden yana tavır alıyor, sizi kazıklama eğilimi kesinlikle göstermiyor. Siz Türkiye’de herhangi bir mekanda “Acaba ne kadar hesap gelecek?” şeklinde matematiğin dibine vururken bu topraklarda bu eforu sarf etmenize hiç gerek yok. Zira aradaki kur farkına rağmen Yunanistan’da kazıklandığınızı hissetmeniz oldukça güç.
Şehir içi turumuzu tamamladıktan sonra arabayla, Demokrasi Caddesi üzerinden Türkiye yönüne doğru, yol almaya başladık. Birkaç kilometre sonra yolun sol kısmındaki yan yoldan giriş kapısı bulunan Jumbo Market’e girdik. Burası mantık olarak IKEA gibi olsa da, o kadar büyük değil. Ekonomik ev eşyaları, Christmas malzemeleri, oyuncaklar ve temel malzemeler bulunuyor. Kısa bir alışveriş faslından sonra, Türkiye’de en az 4 katı ödeyeceğimiz meblağın çeyreğini ödeyip marketten çıktık ve sarkan öğle yemeğimizi yemek üzere, Loukoulos Tavern’e geçtik.
Dedeağaç’ta Yemek Yenilecek Yerler
Tabi seyahat için Kasım ayını tercih ettiğimiz için Loukoulos Tavern’in sahil tarafında oturamadık. Söylediğimiz yemeklerin içerisinde envai çeşit deniz ürünü, horiatiki denilen Yunan salatası, bira vardı. Arada mekana sokak çalgıcıları giriyor; ancak sizi rahatsız eden ve süreklilik arz eden müzikler yok. Gelen hesap ise gerçekten çok komik, biz gerçekten Türkiye’de ağır kazıklanıyoruz 🙂
İnternetten ve arkadaşlarımızdan aldığımız öneriler arasında Aya Yorgi isimli restoran vardı. Merak edip gittik, Alexandroupolis’nin merkezine arabayla 15 dakika mesafede. Mekan oldukça temiz ve modern gözükse de otoparkında fazlaca Türk plakası gördüğümüzde, aslında turistik ve karakteristik olmayan bir mekan olduğu izlenimine kapıldık. Biz daha çok deforme olmamış yerel yerleri tercih ediyoruz; ancak oraya daha sonra geleceğiz.
Yol üzerinde bir markette durup, yerel Yunan biralarından bagaja zulaladık. Hoş, sınırda sorsalar beyan ederdik ama kimse bir şey sormadı. Biz de söylemedik 🙂
Aya Yorgi’nin dönüş yolunda Casino Thraki’ye merak edip girdik. Kumar kötü bir şey arkadaşlar, uzak durun 🙂 Giriş 6 euro, çokça makina ve rulet ağırlıklı. Kumarhane’de geçirdiğimiz 30 saniyenin ardından (!) sabırsızlıkla beklediğimiz bouzouki çalan bir mekan arayışına başladık. Haliyle arabayı bırakmıştık ve bu sırada yağmur başladı. Şehir merkezinde ise ilginç bir şekilde bouzouki çalan bir yer bulma konusunda zorlandık. Yağmurun şiddetini arttırdığı sıralarda şans eseri, “Sto Ftero” isimli, toplamı 10 masayı geçmeyen, ufak bir mahalle tavernasına rastladık. Şansımıza tek bir masa kalmıştı ve hemen oraya oturduk. Yemeğimizi ve içkimizi söyledik. Müzik harika. 1 bozouki, 1 gitar ve 1 keman eşliğinde sabırsızlıkla beklediğimiz akşama giriş yaptık. “O Kaiksis”lerden, “To Tho Thes To Koutalaki”den, “Tha Spaso Koupes”e, “To Vapori Ap’Tin Persia”dan “Pehlivanis”e kadar bir çok bildiğimiz müziği en güzel şekliyle icra ettiler. Sanırım gezideki eğlencenin “Tsipouri” içkisinin de etkisiyle tavan yaptığı an burasıydı. Arada kalkıp zeimbekiko – zeybek oynayan iki dirhem bir çekirdek Yunan amcalar, “Prigipessa” gibi duygusal bir şarkıda bile eşsiz Yunan figürleri sergilemekten geri durmayan hanım ablalar hem ruhunuza, hem kulağınıza ilaç oldu.
Kimsenin kimseyi asla irrite etmediği, son derece medeni ve samimi bir ortam. Bir saatten sonra mekan sahibi, mekanın garsonunun içkisini dolduruyor, sigaralar yakılıyor, kahkahalar yükseliyordu. Çalan ve söyleyenlere bahşiş gibi bir zorlamayı geçtim, öyle bir beklentileri bile yok; muhtemelen teklif etseniz garip karşılayabilirler. Karşılaştığımız insanlardan aldığımız öneriler arasında hep popüler, en çok tercih edilen mekanlar vardı; ancak bulunduğumuz Sto Ftero, tam olarak beklentilerimizi karşıladı. Ne bir eksik ne de bir fazla. Gelen hesabı buraya yazmıyorum, gerçekten inanılır gibi değil çünkü. Yüzümüzde uzun saatler gülümsemekten oluşan hafif bir ağrı, fena fillah düzeyine ulaşmış bir mutlulukla mekandan ayrıldık ve otelin yolunu tuttuk.
Fanari Köyü
Ertesi gün, oksijenin bol olmasından olsa gerek, çok da geç uyumuş ve yorgun olmamıza rağmen kendiliğimizden saat 09:30 sularında uyandık. Hemen hızlı bir kahvaltı, ardından içilen bir kahvenin ardından, Komotini – İskeçe’ye doğru yola çıktık. Yaklaşık 45 dakika bir mesafede bulunan İskeçe tarafında, şanını çokça duyduğumuz, Vistonida Gölü üzerindeki St. Nikolaos Katedrali ile gezimize başladık. Bir çok tur otobüsünün bulunduğu otoparktan içeri geçtiğimizde bizi derin bir sessizlik ve yalnızca kuş sesleri karşıladı. Doğası muhteşem, çok da ıssız sayılmaz ancak yine de çıt çıkmıyor. Bu sırada, daha önce internet ortamında birkaç kez konuştuğumuz ancak reelde hiç tanışmadığımız, Fenerbahçeli Batı Trakyalı dostlarımız ile sözleştik ve bu noktada onlarla buluştuk. Bizi, sürekli olarak gittikleri ve yemek yedikleri, Fanari – Fener Köyü’ne götürdüler. İsminden de anlaşılacağı üzere Türklerin yoğun olarak yaşadığı bir köy olan bu köyün tam karşısında meşhur Thasos adası var. Daha da ötesi zaten Halkidiki, Selanik şeklinde devam ediyor; ancak ne yazık ki o kadar vaktimiz yoktu. Fanari Köyü’nde “Faros” isimli restorantta çok güzel bir öğlen yemeği, Tsipourolar, Alfalar, Mythos’lar çok koyu bir sohbet… Ambiyansa aşık olmamak elde değil. Planladığımızdan yaklaşık 4 saat sonra mekandan kalkabildik, arada geçen sürede alınan hazzı buradan pay biçebilirsiniz.
Yunanistan saatiyle 20:00 gibi artık yola çıkma vakti geldi. Dostlarımızla, bir dahaki sefere buluşmak üzere sözleştik ve Fanari Köyü’nün çıkışında vedalaşarak yola koyulduk. Sınıra varmamız 1 saat 20 dakika sürdü. İpsala’da toplamda geçirdiğimiz 1 saat içerisinde aracımızın doğru düzgün arandığını söyleyemeyiz; sınırdan geçirdiğimiz masumane malzemeler yanımıza kar kaldı diyebiliriz.
Burnumuzun dibinde, mükemmel doğası olan, henüz görmeye fırsatımız olmayan doğal parkların, deltaların, göllerin olduğu mükemmel bir bölge var; gerek aracınızla, gerekse Metro Turizm’in her gün kalkan otobüsleriyle mutlaka gitmeniz, görmeniz gereken yerler buralar. Biz ne kadar anlatırsak anlatalım, Bodrum’dan Çeşme’den çok daha ucuza mal edebileceğiniz çok ekonomik tatili sizler denemeden pek bir anlamı olmaz. Konuyla ilgili bir sorunuz olursa da aşağıdaki linklerden bana ulaşabilirsiniz:
Twitter: NecatiMete
Instagram: NecatiMete
Bir sonraki seyahatimizde görüşmek üzere, Gezengiller Ailesi’ne de buradan selamlar. Takip ediniz 🙂